24 Ağustos 2010 Salı

Karar & Hedef

Son zamanlarda okuduğum bir kitap, karar ve hedef kavramları üzerine biraz kafa yormama vesile oldu. Biz iş hayatımızda hep hedefe koşarız. İşe alım görüşmelerinde, adayın hedeflerini sorgularız. Hedefleri, kişinin gideceği yeri bize göstermesi için bir yol haritası niteliği taşır, öyle biliriz.
Fakat hedef varılacak bir yer değil midir?
Kişinin hedefi bulunduğu bölümün yönetici olmaksa ve gerçekten bizim şirketimizde 5 yıl sonra yönetici olduysa o kişiyle işimiz bitmiş midir? Artık nasıl çalıştığının bir önemi yok diyebilir miyiz?
Karar ise alınıp uygulanan, sürekliliği olan bir kavram olarak karşıma çıkıyor. Belki de "hedef" in boşluğu dolduramadığı yerde devreye girerek anlam kazandırıyor diyebiliriz.
İşe geç gelmeme kararı, daha titiz çalışma kararı, daha fazla insiyatif kullanma kararı, sürekliliği olan kavramlar olmakla birlikte hedeflediğimiz noktaya ve daha sonrasına ilerlemeyi de bizim için kendiliğinden gerçekleştirir.
Bu durumda sadece hedefleri değil, kararları da sorgulamak daha verimli bir görüşme yapmamızı sağlamaz mı?

Fulya Süeren

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Biraz Garip Bir Adam


O hafta bizim şirketteki ilk haftasıydı. Mülakatlardan geçirmiş, ilgili yöneticilerle görüşmüş, referanslarını kontrol etmiştik. Sektörde işinin ehli insanlardan biri olarak tanınıyordu. Yapacağı işler konusunda hemen giriştiği planlamaya şahit oluştum. Bu adamdan öğrenebileceğim şeyler olabilirdi.


Çok geçmeden bazılarından mırıltılar gelmeye başladı; ‘yahu biraz garip değil mi?’. Kime göre garip, normal olan nedir diye soramadım. Peki kabul, garipti. Ancak garip olması işini kötü yapacağı anlamına mı geliyordu? Biz ne kadar normaldik ki?Bu serzeniş dalgası yavaş yavaş bölümler arası yayılmaya devam etti. Artık çıkardığı işler değil, garipliği konuşulur olmuştu.


Bünye kendinden farklı olana hemen refleks gösteriyor. Dışarı atmasa bile, vücuda giren kıymık muamelesi yapıyor. Etrafı kızarıyor hemen. Normalleşmesi isteniyor. Aslında bu süreç aile içerindeki temel eğitimle başlıyor. Eğitim sistemimiz de bu normalleşme sürecine katkısını esirgemeden hatta yeniden yeniden üreterek devam ediyor. Bayansa koca, erkekse askerlik devreye giriyor. Sonra da iş yaşamı. Hemen herkes ‘biraz gariplerin’ normalleşmesi için elinden geleni yapıyor. Yeri geliyor ailedeki teyzelerden birinin imâlı sözleri devreye giriyor, yeri geliyor sınıf öğretmeni ‘sen ne acaipsin’ diye normalleştirme bayrağını çekiyor. Askerideki kurallarda normallerin dahi normalleşmesi söz konusu.Oysa iş yaşamı böyle olmayabilir, zaten olmamalı da.


Zira sürekli fark yaratmak, farklı olmak, bir adım öne geçmek, mor inek gibi laflar epeyce moda günümüzde. Herkes başka bir şey yapmanın peşindeyken, başka şeylere gitmek yerine zaten orada olan insanlar hemen tepki görüyor. Çelişkili gibi ama biz bizim gibi düşünmeyen ama bizim gibi davranan, yaşayan, tutum takınan insanlar istiyoruz. Buna yapmaları için insanlara kurallar koyuyoruz, bazı davranış kalıpları ile onlara puanlar veriyor, yeri gelince yargılıyoruz. Bizlere benzemeleri için elimizden geleni yapıp, bizden farklı düşünmelerini istiyoruz.


Gerçekten biz ne kadar normaliz?

20 Ağustos 2010 Cuma

Özgeçmiş (CV) Nasıl Hazırlanır?

Türkçeye tercümesi ‘hayatın çerçevesi’ olan curriculum vitae (cv / resume / özgeçmiş ) nedir ve nasıl hazırlanmalıdır?

Bugünkü bilgi bolluğu içerisinde ve MS Office olanakları ölçüsünde bir özgeçmiş hazırlamak teknik olarak yarım saati geçmeyen bir iştir. Ancak onu binlercesi arasında farklı kılan özelliklere yer verebilmek kuşkusuz daha fazla özen ve zaman ister.

Özgeçmiş kişinin kendisini, çalışmak istediği firmaya kâğıt üzerindeki tanıtımıdır. Kısa hayat öyküsüdür. Bir kişi kendisini tanıtırken hangi noktaları ön plana çıkarmak istiyorsa, özgeçmişinin o detaylarına odaklanmalıdır. Ancak nasıl ki çok konuşan ve detaylarda boğulan insanları dinlemek sıkıcı ise gereğinden fazla detaylı özgeçmiş de o denli sıkıcı olur. Bu nedenle eğitim / iş deneyimi / alınan sertifikalar gibi konular fazlaca uzatılmadan detaylandırılmalıdır.

Özgeçmiş hazırlarken önemli noktalardan biri farklılaşmaktır. Yüzlerce, binlerce benzeri arasından ilk anda fark edilen olmak zordur. Bunun yanında başvurulan pozisyon, çalışılmak istenilen şirket, içerisinde yer alınan sektöre göre farklılaşmak da olası. Sadece birazcık gayret ve hazırcılıktan uzaklaşma isteği yeterli olacaktır. Elbette reklamcılık sektöründe metin yazarı olmak isteyen bir kişi ile bankaların müfettiş pozisyonuna aday olan bir kişinin hazırladıkları özgeçmişler, farklılaşma anlamında da birbirlerine benzeyemezler.

Bazı internet sitelerindeki hazır şablonlar üzerinden özgeçmiş hazırlamaktan kaçının. İş arama süreci sancılı ve stresli bir süreçtir. Ancak iş aramanın ilk kadımı olan özgeçmiş hazırlama sıkı yapılan bir kahvaltı gibidir. Ne kadar iyi ve doyurucu yapılırsa, ilerleyen zamanlarda başka öğünlere o denli az ihtiyaç duyulur. Bu nedenle hazırcılıktan kaçmak, biran evvel iş bulma stresinin yarattığı acelecilikten uzaklaşmak her zaman kolay olmayabilir.Özgeçmiş hazırlamaya başlamadan önce mutlu olduğunuz, kendinize güveninizin en yüksek olduğu anları kovalayın.

Yanınıza sevdiğiniz güzel bir içecek almaya ne dersiniz? Neskafe, çay, soğuk bir kola… Atıştıracak bir şey olsa fena olmaz hani. Arka fondaki sevdiğimiz bir müziğin özgeçmiş hazırlamamıza yardımcı olabileceğini unuturuz çoğu zaman.Eğer uygun ortam ve rahatlama sağlandıysa sonraki adımlara geçebiliriz…

Ardından açın bembeyaz bir word sayfası. İlk iş adınızı soyadınızı yazın. Unutmayın ki, duymak en fazla hoşlandığımız sözcükler ismimiz-soyismimizdir. En başa yazın adınızı. Sonra sizi ulaşmaya niyetli insanlara kolaylık olsun diye adresinizi, telefon ve e-posta adresinizi eklemeyi unutmayın.Bundan sonrası sizin yaratıcılığınıza kalmış. Kısa bir kariyer hedefi yazmaya ne dersiniz. Ancak lütfen kopyala-yapıştır yapmadan, kendi sözcükleriniz ve düşüncelerinizle yazın. Güzel bir Türkçe kullanmaya ve imla kurallarına uymayı unutmayın.Sonrasına hangi yoldan devam etmek istersiniz tercih sizin. İster eğitim patikasına giren, ister iş deneyimi. Nereden başlarsanız başlayın ilgi alanlarınızı ve katıldığınız eğitim programlarını da eklemeyi unutmayın.

Hangi bilgileri paylaşırsanız paylaşın, kısa, net, detayda boğulmadan ve doğru bilgileri yazın. Olmak istediğiniz birinin değil, olduğunu kişinin geçmişini yansıtmayı unutmayın.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Tam Zamanlı Annelik & Çalışma Hayatı

Haftasonu gazetelerin magazin eklerinde uzun yıllardır tartışılan bir klişenin, Nurgül Yeşilçay'ın bir ropörtajı üzerine tekrar gündeme geldiğini gördüm.


"Çocuk da yaparım, kariyer de" diyen ünlüler ile "Yok o iş öyle olmaz, ikisini aynı anda yapmaya çalışan ikisini de yarım yamalak yapar" diyen ünlülerin yorumları vardı. Ben de naçizane 7 aylık annelik şapkamı koydum önüme, yanına da yeni rollerimden biri olan 4 aylık "Çalışan Anne" eklendi, yan yana nasıl duruyorlar bir baktım..

Öncelikle bu konuyla ilgili önyargılarımı paylaşmak isterim. Bebek sahibi olmadan önce çocuğunu dadıya bırakıp koşa koşa işe dönen kadınları oldukça bencil bulurdum. Bu uzun soluklu, dikkat isteyen işi yapmamak için konfor alanlarından çıkmamak adına hemen işe dönmeleri benim için kabul edilemezdi.

Bebek sahibi olunca kişiliğim, fikirlerim, tepkilerim önemli ölçüde başkalaştı diyebilirim. Bir bebek sahibi olup; tüm anneler, bebekler, bakım, sağlık, beslenme konularında ahkam kesmeyecek kadar kendimi bilmekle beraber, yine de daha önce başka kimsenin sorumluluğunu üstlenmemiş, mükemmelliyetçi biri için oldukça travmatik bir süreç olduğunu söyleyebilirim.
Size muhtaç, sizden çok daha önemli, sizden ama bambaşka biri. Aynı dili konuşmuyorsunuz ama sarılınca tamamlanıyorsunuz.


Beceriksiz olduğunuz konularda o kadar hızlı gelişmeniz gerekiyor ve ne kadar hızlı gelişseniz kendinize yetemiyorsunuz ki, hatalarınızı affedebilmeniz mümkün olmuyor. Böyle bir ruh hali ile en faydalı, mutlu, huzurlu olmanız gereken dönem yoğun bir postportum sendroma kurban gidiyor.


İşte bu aşamada en hızlı şekilde bebekten önceki hayata dönülmesi insanı kendine getiren şey oluyor. Böylece tanımadık yeni bir hayata keskin bir geçişten ziyade tanıdık hayatla birarada yürüyen yumuşak bir geçiş yapılıyor. Doğru bir bakıcı, oturmuş bir düzen ve annenin çalışmasının, bebek için faydaları tartışılamayacak kadar çok. Anne biraz yorgun ama kesinlikle sürekli tazelenen bir ilgiyle bebeğine özen gösterebiliyor. Çok daha mutlu ve önyargıları güçlü bir çekiçle kırılmış durumda.

Peki ya iş hayatı nasıl derseniz?
"Rölantide" en yerinde tanım olabilir.
Gidiyor ama tembel vitesiyle. Kariyer için gerekli odaklanma, en doğru mama hangi sebzelerden olmalı ya da yarım saat daha fazla uyumak için ne yapılabilir sorularıyla paylaşıldığından, iş hayatı için gereken hız düşüyor.

Ya da farklı bir bakışaçısıyla; zaten iş konusunda ciddi hırsları olmayan kişiler için mükemmel birer bahane oluyor masum yavrucaklar. Kişinin ihtiyacı olan "Yaratıcılık" güdüsünü doyuma ulaştırdıkları gibi genetik materyalin bir sonraki kuşağa aktarmanın hazzını yaşatmaları da işin bonusu.

Her aşamasının farklı olacağını düşündüğüm bu süreçte farklı bir deneyim olduğunda tekrar aynı konuda buluşmak dileğiyle,

Fulya Süeren

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Merhaba!


İşleyen Demir Işıldar’a hoş geldiniz!

Gelişen teknoloji ve internet dünyasının son mecralarından biri bloglar. E-günlük olarak dilimizde kendisine yer bulan blog kavramı; basit uygulaması, sağladığı hız olanağı, interaktif paylaşım için gerekli olan altyapıyı barındırması ile hemen popüler oldu.

Haber, spor, eğlence, teknoloji, iş dünyası, hobi, sanat vb. farklı alanlardaki birçok blog kendisine has iletişim tarzı ile kabul gördü, internet dünyasına katkı sağladı ve hatta kendisine dünyanın her yerinden izleyici kitlesi oluşturmayı başardı.

İş dünyasından sadece çalışanlar değil üst yöneticilerin de blog yazarı olması artık haber değeri taşımayacak kadar sıradanlaştı.

Elbette iş dünyasının en yenilikçi alanlarından biri olan insan kaynakları alanında çalışan profesyoneller de blog dünyasındaki yerini vakit kaybetmeden aldı. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında takip edilmesinde yarar olan birçok İK Blog’u mevcut. Yine de ülkemizdeki insan kaynakları profesyonellerinin blog yazarlığı konusunda yeteri kadar verimli olmadığını düşünüyoruz. Paylaşılacak çok deneyim, konuşulacak çok soru var…

İşleyen Demir Işıldar’ın çıkış noktalarından biri işte bu noktaya dayanıyor. Bir de insan kaynakları uygulamaları ve bloglarında bazen “insan”ın ıskalanıyor olması da bizi harekete geçiren etmenlerden biri oldu.

Umarız istikrarlı bir paylaşımla, insanı ögesini ön plana çıkarak, ilginç ve farklı noktalarda tartışma başlatabilecek, kendisini geliştirme noktasında irade gösterenlerle etkileşim halinde bir blog olur.

Elbette sizlerin katkıları ile…

Yolunuzun sık sık İşleyen Demir Işıldar’a düşmesini dileriz…

17 Ağustos 2010 Salı

"İşleyen Demir Işıldar"


Bir iş yapmadan oturan kimse bildiklerini unutur, yeteneklerini yitirir. Çalışan kişi hem daha mutlu olur hem de bilgi ve becerisini arttırdığı için daha yararlı işler yapabilir.

İşleyen Demir Işıldar, insan kaynakları, eğitim ve kişisel gelişim, iş yaşamı alanlarında profesyonel olarak çalışan kişiler kadar olmayanlarla da paylaşımda bulunabilecek bir İŞ BLOG'u olmayı amaçlamaktadır.

  • Okuyucuları ile etkileşim içinde olmayı,
  • Günceli takip etmeyi,
  • Teoriği pratik ile örneklemeyi,
  • Samimi ilişkiler geliştirmeyi,
  • İş ile insanı dengeli biçimde görmeyi hedefler
İşleyen Demir Işıldar, profesyonel bir yazar kadrosu barındırmaz.

İş yaşamına ilişkin söyleyecek sözü olan, Türkçe'ye ve farklı fikirlere özen gösteren, yaratıcı ve özgün herkese kapıları açıktır.




 S. Arda Üçer

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İletişmek


İlk konumuz "İletişim" olsun..

Önem derecesi yüksek bir konu olan İLETİŞİM insanı vezir de ediyor, rezil de...

Oldum olası tezcanlı, sonuç odakli bir yapim var. İş hayatında çok faydasını görmem gereken bu özelliklerin, iletişime yeterince vakit ayıramadığım ya da gereken önemi vermediğimden hakettiği ilgiyi görmediğini düşünürüm.

Kendimi ya da üzerinde çalıştığım konuyu ifade etmedeki yetersizliğim nedeniyle bir çok olumsuzluk yaşamış biriyim. Bu tecrübeden yola çıkarak kendi adıma büyük, dünya adına küçük bir çıkarım yaptım.
Aşağıdakilere dikkat edersem sıkıntımın büyük ölçüde çözümlendiğini gördüm.

* Her zaman nazik ol, "Lütfen" ve "Teşekkür ederim"leri kullanırken cömert ol.
* Başkalarının fikirlerini dinlemeye vakit ayır.
* Eleştiriye açık ol. (gerçekten açık ol)
* Hoşuna gitmeyen bir olay yaşadığında sukunetini koru, fevri tepkiler verme.
* Olumsuz bir kelime kullanmadan önce iki kere düşün.
* Bir insanın gününü zehir etmek kolaydır, zor olan günü aydınlatmak. Zoru başar.

Bu altı madde uygulandığında itişmekten çok iletiştiğimi görür, sevinirim.

Fulya Süeren